​SÖZ VARLIĞIMIZA DAİR NOTLAR (1)

SÖZ VARLIĞIMIZA DAİR NOTLAR (1)
 
 
MEVLÜT KAYA
 
Yöremizden derlediğimiz unutulmaya yüz tutmuş eski sözcükleri aktarmaya devam ediyoruz.
Başaklama / başak etme /son(ğ)lama: Fındık hasadının ardından bahçelerde kalan fındıkları ihtiyaç sahiplerinin toplaması durumunu ifade eder. Bu işi yapanlara da “sonlamacı / başakçı” deniliyor (sonlama= son toplama). Bahaeddin Ögel’in “Türk Kültür Tarihine Giriş” (Ankara 1991, c. 2, s. 30) adlı eserinde belirttiğine göre “başaklama, çok eski bir Türk ziraat geleneğini gösteren bir sözdür. Ekin biçildikten sonra demetlere giremeyen ve tarlada kalan başaklar, bunları toplamak zahmetine katlanan fakir köylülerin hakkı olarak görülmüştür. Artık başakları toplayanlara, Türkler arasında, başakçı adı verilmiştir…”
Türklerin yaşamında, bilinen eski tarihlerden itibaren sosyal devlet, sosyal, yardımlaşmacı ve paylaşımcı bir tarz hakim olmuştur. “Göz hakkı”, “fakir hakkı”, “komşu hakkı”, “hayvan hakkı” gibi imgelerin Türklerin yaşamında eski çağlardan beri var olduğu görülmektedir. Yukarıda aktarılan “başak / sonlama” geleneği de bu durumla ilgilidir. Öyle ki Türk boyları arasında hasat vaktinde, “farelerin payı”, “sincapların payı”, “kuşların payı” da söz konusudur. 1950’li yıllarda, Espiye’den Alucra’ya buğday ekmeye, zamanı gelince de hasada gidenlerden dinlediğimiz bir anı, konuyu pekiştirmemize canlı bir örnek teşkil ediyor: Alucra’nın bir köyünde, kiralık olarak kullandıkları buğday tarlasına katırlarla hasada giden bir babaanne, bir torun… Katırlar giderken onları, dönerken buğdayları taşıyor. Buğdaylar toplanıp bir araya getiriliyor. Babaanne işin bitiminde avuç avuç buğdayı tarlanın kenarlarına, taşların aralarına serpiyor. Torun ise neden buğdayı boş yere ziyan ettiğini soruyor. Babaannenin verdiği cevabı ise halâ unutamayan, gururla belleğinde taşıyan ve bunun çok anlamı, eski ve önemli bir öğreti olduğunu aktaran torun şu cevabı almıştır: “Oğlum bu döktüğüm buğdaylar bu tarlanın asıl sahiplerinin, asıl bekçilerinin hakkı. Ben az bile verdim. Biz buraya yılda iki ay geliyoruz, bunlar hep buradalar…”
Yöremiz köylerinde halâ yaşlıların dilinde “kurdun kuşun hakkı” diye bir deyim vardır. Yukarıda aktardığımız anı ile aynı iletiyi içermektedir.
Yöremizde sıkça kullanılan “çeç” sözcüğü (çeç fındık, çeç para, ekmek çeçi, çeç etmek) bir meyvenin tanesi, ekmeğin en ufak parçası (Dereli yör. “ekmek ufağı”, Espiye yör. “ekmek çeçi”), bozuk para, fındığından çotanağından ayrılmış hali gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Farsça kökenli “çeç” sözcüğü, “harman yabası, büyük harman kalburu” anlamlarına gelmektedir (Ögel, s. 37). Yani başlangıçta “yaba”dan hareketle Fars dilinden alınan “çeç” sözcüğünün, Türklerin dilinde benimsenmesi, sözcüğü anlam bakımından zenginleştirmiştir.
Ögel (s. 45), “yapa, yapa sözleri, Anadolu ve Çağatay Türk lehçelerinde, aynı manada kullanılan harman aletleridir” demektedir. Yöremizde “yaba” sözcüğünün yanı sıra nadiren “cemek” sözcüğü de kullanılır. Harman savurmada, ot çevirmede kullanılan, ağaç dalından yapılmış iki veya üç çengelli yaba türüne Espiye yör. “dilgon”, Dereli yör. “dirgen” denilir. Ahmet Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani adlı eserinde Anadolu köylerinde “dırgen” adı verilen yaba, “diren” şeklinde tanıtılmıştır (Ögel, s.37).
Yöremizde sıkça kullanılan sözcüklerden biri de “gevük”tür. Bu sözcüğün kökü “gev-“ eylemidir. Dere kenarında bulunan, suyun biriktirmiş olduğu ağaç/odun parçacıklarına yöremizde “gevük” denilir. Gevmek eylemi ile ilişkisi de şudur: Suların ağacı/odunu, taşlara çarparak sürükleyip kabuğunu soyması, küçük ve pürüzsüz parçalar haline getirmiş olması “gevmek” ile ifade edilmiştir ve bu eylemin sonucunda ortaya çıkan parçaya “gevük” denilmiştir. Eski dönemlerde Türklerde samanı ifade etmek için “küvük, kevek, kevük” gibi sözcükler kullanılmıştır (Ögel, s. 47). Bu durum da Türkçenin zenginliğinin önemli bir göstergesidir: Yöremizde “gevük: derenin geveleyerek soyduğu ağaç parçası”, eski dönem Türklerde “gevük: hayvanların geveleceği madde”… Aynı sözcüğün farklı dönemlerde ve farklı Türk lehçelerinde kök anlamı değişmeden kullanımının çağlara yayılmış olması ancak Türkçenin zenginliğiyle ifade edilebilir.
Ek olarak; yöremizdeki karşılığı yukarıda aktarılmış olan “gevük” sözcüğü, dere kenarındaki küçük parçaları, “gargalak/kargalak” sözcüğü ise deniz kenarında aynı yola biriken parçaları ifade etmek için kullanılır. Bu farklı söylemlerin nedeni de köyde yaşayanlar ile kasabada yaşayanların ağız farklılıklarıdır. Diğer bir etken ise; dere, denize nispeten küçük parçaları taşıyıp “gev-ebilir”…
 
Dikkat! Yazılan yorumlar hiçbir şekilde sitenin görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.

BU HAFTA OKUNANLAR

ANKET

Türkiye′de salgını önlemek için alınan ek tedbirler yeterli mi?
İmsak00:00
Güneş00:00
Öğle00:00
İkindi00:00
Akşam00:00
Yatsı00:00

GÜNLÜK BURÇLAR

KoçBoğaİkizlerYengeçAslanBaşakTeraziAkrepYayOğlakKovaBalık

SÜPER LİG

TakımOGMBAP

ZİYARETÇİ DEFTERİ

Düşüncelerinizi bizimle paylaşmak ister misiniz?Ziyaretçi Defteri